26 Mayıs 2011 Perşembe

Kene,Krom Kongo Kanama Ateş Hastalığı

Kene – kırım-kongo kanamalı ateşi hastalığı – kene ısırığı
Son yıllarda daha sıkça duyulmaya başlayan, bahar-yaz dönemlerinde artış gösteren ve ağırlıklı olarak keneler aracılığıyla bulaşan virütik bir hastalıktır. İlk olarak 1944 yılında Kırım’da, sonra 1956 yılında Kongo’da tanımlanmış ve sonra aynı hastalık olduğu anlaşılmıştır.
Keneler,  emerek beslendikleri için hemen tüm yabani ve evcil hayvanların (inek, koyun, köpek, kemiriciler, yerde beslenen kuşlar vb.) üzerinde bulunabilir ve bu hayvanlardan insana geçebilirler. Ayrıca, çalılık ve yeşil, yüksek otlu alanlarda bulunan keneler, beslenmek için doğrudan insanlara da geçip ısırabilirler. Bu nedenle daha çok kırsal bölgelerde ve hayvancılıkla uğraşan kişilerde görülmekle birlikte kentsel alanlardaki uygun ortamlarda da bulunabilirler.
Virüs ile bulaşmış keneler emişini tamamladıktan sonra ayrılırken bir sıvı salgılarlar. Virüs genellikle bu sıvı ile bulaşır.  emdikleri ve virüsü bulaştırdıkları tüm canlılar  olabilir fakat hastalık genellikle hayvanlarda hafif ve bulgusuz seyreder. Bu nedenle daha az görülmekle birlikte hayvanların salgıları ve kanları aracılığıyla da hastalık bulaşabilir.
kene,sağlık
Kenelerin  emişi genellikle uzun bir süreçtir. Sinekler gibi hemen sokup kısa sürede  emişini bırakmazlar. emmeye başlayan , ağız kısmındaki hortumunu cilt içine sokar ve doyuncaya kadar çıkartmaz. Bu hortum, geri çıkışı engellemek için çıkıntılar içerdiğinden kolay çıkmaz. Bu nedenle keneyi çıkartmak için zorlamamak gerekir. Çok zorlandığında sıvıyı erken salgılayıp virüsü bulaştırabilir veya boru kısmı koparak cilt içinde kalabilir. Ayrıca, zorlama kenenin patlayarak enfekte sıvı ve ının cildimizdeki çiziklerden ya da gözümüze sıçrayarak bulaşmasına yol açabilir. Bu nedenle vücuda yapışık görüldüğünde bir cımbızla ağız kısmından tutularak yavaşça sağa-sola oynatılıp bir vida gibi çıkartılmaya çalışmalı ya da bir sağlık kurumuna başvurularak çıkartılması sağlanmalıdır.










kene,sağlık








































Hastalık oluşması ve bulguları:
Hastalık genellikle ısırığı ile virüsün bulaşmasından 1-3 gün sonra ortaya çıkar. Bu süre en fazla 9 güne kadar uzayabilir. hayvanın  ve vücut sıvıları bulaşmış ise bu durumda hastalığın ortaya çıkışı 13 güne kadar uzayabilmektedir.
Ateş, kırıklık, baş ağrısı, halsizlik, aşırı duyarlılık, kol, bacak ve sırtta şiddetli ağrı ve belirgin iştahsızlık bulguları ile başlar. Bazen kusma, karın ağrısı ve ishal olabilir.
İlk günlerde yüz ve göğüste küçük cilt altı kanamaları, gözlerde kızarıklık, gövde, kol ve bacaklarda bir yere çarpmış gibi cilt altı kanamalar oluşabilir.
Burun kanaması, kanlı kusma, kanlı dışkılama, kanlı  görülebilir. Vajinal kanamaya da rastlanabilir.
Ağır olgularda hepatit, karaciğer, böbrek,  yetmezlikleri oluşabilir.
Tedavi: Diğer çoğu virüs hastalıklarında olduğu gibi bu hastalığın da doğrudan bir tedavisi ve etkili bir ilacı olmayıp daha çok destek tedavisi ve bulguları gidermeye yönelik tedaviler ve bazı antivirütik ilaçlar uygulanmaktadır.
Erken dönemde başlanılan destek tedavi daha başarılı sonuç vermektedir. Geç başlanılan tedavi ve ağır seyredebilen hastalık öldürücü olabilmektedir.
Hastalığa karşı aşı çalışması yürütülmekle birlikte henüz koruyucu bir aşı geliştirilememiştir.
Korunma:
Hastalık, kenelerin sokması sonrası salgıladıkları sıvıyla, kenelerin çıkartılırken ezilmesi sonucu çı sıvı ve ıyla veya  sokması sonucu virüsü alıp  olmuş hayvanların  ve salgıları ile bulaşabilmektedir. Bu nedenle:
Mera ve meskenlerde yerleşik keneler  emerek beslenirler. Hayvanları kenelerden uzak tutarak kenelerin yayılmaları engellenmelidir.
Yeşil ve piknik alanlarına gidildiğinde (su kenarları, otlaklar, çalılık ve yüksek otlu alanlar) uzun giysiler giymeli, bacakları açıkta bırakmamalı, paçalar çorap içine konulup kenenin vücuda ulaşması zorlaştırılmalıdır. Dönüşte tüm vücut kontrol edilip yapışık  olup olmadığına bakılmalıdır.
Yeşil alanlara giderken böcek kaçırıcı sıvı ve jeller cilde sürülebilir veya giysilere emdirilebilir. Bu maddelerin az da olsa sağlık
sakıncaları olduğu dikkate alınmalıdır. Hayvan besliyorsanız hayvanlarınızı dolaştırırken onlara da bu sıvılardan sürebilirsiniz.
Vücuda yapışık  tespit edildiğinde keneyi çıkartmak için fazla zorlamamalı, halk arasında yaygın olduğu şekliyle sigara veya kibritle yakma, kenenin üzerine kolonya, alkol veya diğer kimyasal maddeler uygulanmamalıdır. Bu maddeler kenenin daha erken aşamada kusmasına ve enfekte sıvıyı vücudumuza salgılamasına neden olabilir.
Vücuda yapışık  tespit edildiğinde eldiven takarak ve bir cımbız ile vücuda yapışık ağız kısmından tutularak yavaşça sağa-sola sallanarak bir vida gibi çıkartılmalı veya bir sağlık kurumuna başvurularak çıkartılması sağlanmalıdır.
 kişiler ile temasta vücut sıvıları aracılığıyla bulaşma olabileceği unutulmamalıdır.
Artık piknik yapmak da riskli hale geldi.
Kenelerle karşılaşmamanız dileğiyle,
akciğer, bacak, baş ağrısı, böbrek, Dr. Murat FIRAT, dışkı, Halk Sağlığı Uzmanı, halsizlik, hasta, hepatit, idrar, jeller, kan, kanamalı ateş hastalığı, karaciğer, kene, kene çeşitleri, kene çıkarma, kene nasıldır, kene nedir, kene nerede olur, kene resimleri, kene tedavi, kene ısırınca ne olur, kene ısırığı, keneden korunma, keneden kurtulma, kenenin olduğu yerler, kenenin yaşadığı yerler, kongo, krım kongo kanamalı kene, kusma, kırık, kırım, kırım kongo, sinek, sıvı, vajina, virüs,Herbişey varburadavar

Cildinizi güneşten koruyan besinler?

Yaz aylarına girdiğimiz ve güneşi yavaşça hissetmeye başladığımız bu dönemde konunun uzmanlarına güneşin zararlarını azaltan beslenme faktörlerinin olup olmadığını sorduk.

Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı, Mikro-Gen Ar-Ge Direktörü ve bitkisel ilaçlar, doğal farmasötikler ile ilgili, ülkemizdeki tek bilimsel yayın organı olan Modern Fitofarmakoterapi ve Doğal Farmasötikler isimli derginin bilim kurulu üyesi olan Dr. Özgür Göknel, güneşe karşı koruyuculuğu bulunan besinleri şöyle sıraladı:
Yeşil çay:

Yeşil çay günümüzde kilo kaybı oluşturduğu tüm tıp otoritelerince kabul edilmiş bir besindir. Ülkemizde de çok yetişen Camelia sinensis adlı bitkinin (Çay Bitkisi ) siyahlaşmadan yani bizim tükettiğimiz siyah çaya dönüşmedenki halinin kilo kaybı oluşturmada mükemmel bir yardımcı faktördür.

Ayrıca yeşil çayda güneşin zararlı ultraviyole ışınlarından cildi koruyan EGCG adında çok önemli bir doğal bileşik bulunmakta.

Bu doğal bileşik, içildiğinde, hem kilo kaybı sağlarken hem de cilt için çok güçlü fotokemoprevantasyon yani ultraviyoleye bağlı kanserleşmenin önlenmesine yardımcı oluyor. Ayrıca cildin güneşe bağlı hızlı kırışmasına karşı da güçlü koruyucu etkileri bulunmakta.


Üzüm çekirdeği ekstresi:

Üzüm çekirdeğinde bulunan proantosiyanidinler (diğer adı ile oligofenolik bileşikler) ciltte oluşan ultraviyole hasarının azaltılmasında çok etkili bileşiklerdir. Güneşin yol açtığı lekelenmelere karşı çok güçlü etkileri olduğu klinik araştırmalarla da gösterilmiş olan üzüm çekirdek ekstresi, ciltte oluşmuş güneş lekelerinin geçirilmesinde de etkilidir.

Bunun için günde 300 miligram standardize üzüm çekirdek ekstresi günde 2 ya da 3 defa olmak üzere alınmalıdır.

Özellikle zayıflama tabletlerinin ve altın çileğin öldürücü etkilerinin tartışıldığı şu günlerde, üzüm çekirdek ekstresi ile krom kullanımı kilo kaybına yardımcı olurken, kan kolesterolünün, kan lipitlerin düşürülmesine ve kan şekerinin düzenlenmesine de yardımcı oluyor.

Deve dikeni:

Silybum marianum: Son yıllarda üzerinde çok fazla araştırma yapılan bu tıbbi bitki aslında kronik karaciğer hastalıklarının tedavisinde tüm Avrupa’da ve ülkemizde bitkisel ilaç ( Hepadrin ) olarak kullanılmakta.

Ancak son yıllarda bu bitkinin içinde bulunan fito-kimyasalların, ultraviyolenin oluşturduğu cilt yaşlanmasını hafiflettiği, cilt kanseri oluşumuna karşı koyduğu, hatta ağızdan alındığında karaciğeri koruyup çalışmasını güçlendirdiği, bunu yaparken de ciltte ultraviyole koruması oluşturduğu saptandı.

Pycnogenol: 

Yalı çamı olarak bilinen çam ağacının kabuklarından elde edilen standardize bir ekstre olup, hem ağızdan tablet şeklinde kullanıldığında, ultraviyoleye bağlı cilt lekelerini hafifletmekte hem de krem şeklinde cilde uygulandığında anti-aging etkileri göstermekte olduğu bilinmekte.

Domates ve Likopen:

Domatesin kırmızılığını veren ve çok güçlü antioksidan olan likopen, güneşin ultraviyole hasarlarını da azaltan mucizevi doğal bir beslenme faktörüdür.

Kalp ve damar hastalıklarına karşı, çeşitli kanser türlerine karşı koruyucu etkileri bulunan likopen özellikle güneş kremlerinde antiaging etkisi oluşturmak için kullanılmaktadır.

Resveratrol:

Resveratrol, günümüzde bir “doğa mucizesi” olarak tanımlanmakta. Çünkü hem moleküler araştırmalarda hem de deneysel hayvan modellerinde ömrü uzattığı gösterilen çok güçlü bir hücre koruyucu.

Resveratrol, siyah üzümün kabuk kısmında bulunurken, doğada ‘Poligonum cuspidatum’ adı verilen başka bir bitkide de bulunmakta. Çok güçlü kanser önleyici özellikleri bulunan resveratrol, özellikle bazı çok özel kırışıklık önleyici güneş bakım kremlerinde de bulunmakta.

Soya: 

Soya, geleneksel Uzakdoğu mutfağının en önemli besin faktörlerinden birini oluşturuyor. Soya içinde bulunan genistein gibi doğal antioksidan, antidejeneratif fonksiyonel moleküllerin güneş hasarını azalttığı, cildin yapısını güçlendirdiği saptandı.

Özellikle menopoz sonrası dönemde güneş cilde eskisinden çok daha fazla zarar vermekte. Bu nedenle menopoz sonrası dönemde yazın, içerisinde genistein bulunan ve en az 30 güneş koruma faktörü içeren güneş kremi kullanımı, cildin sağlığı için çok önemlidir.

Brokoli:

Son 5 yıldır besinlerin en gözdelerinden biri konumunda olan brokoli, içinde bulunan sulforofan bileşikleri temelde çok güçlü kanser koruyucu maddelerdir.

Ancak 2009 yılından bu yana yapılan araştırmalarda brokolinin besin olarak bolca tüketildiğinde ya da brokoli ekstresinin şurup ya da tablet formunda alındığında ciltte ultraviyole hasarını azalttığı saptandı.

Özellikle çocukların en az 50 koruma faktörlü ve vitamin B3, Vitamin E ve Vitamin C gibi antioksidanlarca zenginleştirilmiş güneş kremlerini mutlaka kullanmaları gerekirken, aynı zamanda içinde üzüm çekirdek ekstresi ya da brokoli ekstresi bulunan çocuk gelişim şurupları da, yazın ciltlerinde oluşacak hasarları azaltabilecek gıda bileşikleridir. 







23 Mayıs 2011 Pazartesi

Gırtlak Kanseri

Hemen hemen herkes arada bir ses kısıklığından şikayet edebilir. Larenjit veya üşütmeden olan ses kısıklığı birkaç günde geçer.

Belirtiler:

- Ses kısıklığı,

- Yutma zorluğu ve acı,

- Boynunuzda şişme.

Ses kısıklığı birçok gırtlak rahatsızlıklarının belirtisi olabilir ama gırtlak kanserinin tek belirtisi budur. Gırtlak kanserlerinin çoğu ses tellerinde veya hançere (larnyx) de olur. Yutkunmada acı veya boyun şişmesi başka tür kanserlerin belirtisidir.

Sigara, püro veya pipo içenler içmeyenlere göre çok fazla risk taşırlar. Aynı şekilde alkol alanlarda da risk oranı yüksektir, içki ve sigara birlikte kullanılıyorsa risk daha da büyür.

Gırtlak kanserleri 60 yaş civarında en sık görülür. Erkeklerde kadınlara oranla daha fazladır. Sadece ses kısıklığından şikayet ediyorsanız, başkaca belirtiler yoksa ve kısıklık 2 haftada geçmezse doktora başvurun. Ayrıca boynunuzda şişme ve yutma zorluğu da birkaç hafta sürerse, doktorunuza başvurmalısınız.

Teşhis

Doktorunuz boğazınızın genel muayenesini yaptıktan sonra larengoskopi denen bir muayene de yapacaktır. Larengoskopinin iki tipi vardır:Direk ve indirek.

İndirek larengoskopide gırtlağa bir ayna yardımıyla bakılır. Bu basit işlem muayenehanede bile yapılabilir. Önce ağzınızı açmanız ve nefes almanız istenir. Hava yolunu açmak için diliniz hafifçe dışarı çekilir. Özellikle kusma refleksiniz çok güçlüyse boğazınızı ve yumuşak damağınızı uyuşturmak için bir lokal anestezik sıkabilir. Daha sonra doktorunuz boğazınızın arkasına doğru bir ayna sokacaktır. Siz "aaa ve eee" derken gırtlağınız yükselecek ve içi aynada görülecektir.

Tümör ya da başka bir anormallik varsa aynada kolayca görülecektir. Ses tellerini görmek için küçük, esneyebilir fiberoptik aletler de kullanılabilir. Daha ayrıntılı bir yöntem olan direk larengoskopiyle ses tellerinin olduğu bölge çok daha iyi görülür. Bir uzmanın yapması gerektiginden, genellikle hastanede yapılır. Direk larengoskopi sırasında gırtlağınıza ağızdan bir alet sokulur ve incelemesi için ses tellerinden örnek alınır.

Gırtlak kanserlerinin çoğunda erken teşhisle tedavi olasılığı yüksektir. Kesinlikle ihmal edilmemelidir. Çünkü boğazın başka yerlerine ve hatta vücudun başka organlarına yayılabilir.

Tedavi

Röntgen ışını tedavisi veya kanserli kısmın ameliyatıyla tedavi edilebilir. Genelde, tümör larenks in alınmasına gerek kalmadan çıkarılabilir. Fakat çok ilerlemiş durumlarda laryngectomy (larenks in çıkarılması) gerekebilir.

Eğer gırtlağın bir bölümü çıkarılır ve siz de ses tellerinizi kaybederseniz ameliyatla suni bir gırtlak (protez) yerleştirilebilir veya konuşma eğiticisi bir kişi size yeni bir konuşma yöntemi öğretebilir.

Kansere iyi gelen bitkiler


Günümüzde kanser türlerinin tedavilerinde de büyük gelişmeler kaydedildi. Ancak hastalığa yakalanıp, iyileşmek için savaş vermek yerine bu hastalığa hiç yakalanmamak daha akılcı bir tutum sayılmaz mı? Kanserden korunabilmeniz için sofranızda hangi yiyecekleri bulundurmanız, hangilerini sofranızdan uzak tutmanız gerektiğine bir göz atalım. Unutmayın kanseri evinizden uzak tutmak için sofranızdan yararlanacaksınız.

Günde beş öğün sebze ve meyve yemeniz öneriliyor: Bu önerinin bir nedeni meyvelerin antioksidan özelliği taşımaları. Antioksidanlar, hücrelere zarar veren serbest radikallerle savaşıyorlar. Bazı meyvelerin de antioksidan gücü çok yüksek. Erik, üzüm, kiraz, vişne, çilek, kiwi, portakal ve pembe greypfrut başlıca örnekleri oluşturuyor.

Koyu yeşil sebze türleri: Lahana, brüksel lahanası, broccoli, kereviz, su teresi bizi meme kanserinden korur. Çünkü bunlar vücuttan fazla östrojeni atan bir maddeyi içerirler. Bu grup sebzelerin ayrıca rektum, kalın bağırsak ve mesane kanseri tehlikesini azalttıkları biliniyor. Antioksidan etkili sebzeler ıspanak, kırmızı biber, turp, soğan, tatlı mısır ve patlıcandır. Bu sebzeler de kansere karşı çok etkili birer savunma silahıdır. Koyu yeşil sebzeler bol miktarda E vitamini içerirler. E vitamini, bağışıklık sistemini güçlendirir

3Üzümler, yer fıstığı türleri: Hepsi de resveretrol adı verilen mantar oluşumunu önleyen bir maddeyi içerirler. İngiltere'de yapılan çalışmalara, göre bu madde aynı zamanda vücutta kanseri önleyebiliyor. Kırmızı üzümlerde bu madde bol miktarda bulunuyor. Kırmızı şarap da aynı şekilde resveterol içeriyor ancak alkolün meme kanseri riskini artırdığı saptandığı için meyvelerle yetinmek daha doğru.

4Mantarlar: Doğuda, çok uzun zamandan beri, mantarlar kanser tedavisinde ve bu hastalığı önlemede kullanılıyor. Batı dünyasında da artık mantarların kanser önleyici özellikleri saptandı.

5Tahıllar, baklagiller: Kahverengi pirinç, arpa, bakla, bağırsak kanserini önlüyor. Tahıllar ve soya fasulyesi, meme kanserini önleyen fitoöstrojenleri içeriyor.

6Selenyum: Günümüzde buğday işlenmesi modern yöntemlerle yapıldığı için bu maddeyi besinlerle alabilmemiz çok zor. Oysa selenyumun eksikliği akciğer, kalın bağırsak ve prostat kanseri tehlikesini artırıyor. Günde iki üç fıstığı yerseniz ve de C ve E vitaminleriyle takviye yaparsanız, bu saydığımız kanser türlerinden korunursunuz.

7Sarmısak: ABD'de Kanser enstitüsünün araştırma listesinde birinci sırada yer alan sarmısak, kanseri önleyen maddeler içeriyor. Kan dolaşımı ve kalp için yararlı olan sarmısak bağışıklık sistemini de güçlendiriyor.

8Bol miktarda balık yağı: Çoklu doymamış yağ asitleri (Omega 3) bakımından zengin olan balıklar meme, mesane ve pankreas kanserlerinden sizi korur. Yağlı balık denilince akla ilk gelenler sardalya, uskumru ve somon balığı oluyor.

9Çay: Özellikle yeşil çay ve de siyah çay rektum, pankreas ve kalın bağırsak kanserlerine karşı koruyucu özellik taşıyan polifenol maddesini içerirler. Su da mesane kanserine karşı etkili bir koruyucudur. Bu nedenle bol bol su içmeye bakın.

10Otlar: Mutfak dolabınızda elinizin altında bulundurduğunuz otların bazıları, ilaç dolabınızdaki ilaçlar kadar etkili olabiliyorlar. Yemeklere lezzet katmak için kullandığınız otların kansere karşı etkili koruyucu olduklarına inanılıyor. ABD Ulusal kanser enstitüsünden yapılan açıklamaya göre adaçayı, zerdeçal, nane, maydanoz, dereotu ve tarhun kansere karşı güçlü birer koruyucu.


Onlar Birer Kanser tetikçisi


Alkol: Her gün tükettiğiniz bir kadeh içki, meme kanserine yakalanma tehlikesini yüzde altı oranında artırıyor. Ayrıca mide kanseri, karaciğer, kalın bağırsak, gırtlak ve nefes borusu kanserleri de cabası.

İsli, tuzlanmış et ve balık: Kalın bağırsak, rektum ve mide kanserleri tehlikesini artırıyor.

Kırmızı et: Günde 75 gramdan fazlası mide kanserine ve kalın bağırsak kanserine neden olabilir.

Tuz: Aşırı miktarda tuzun mide kanseriyle bağlantısı var. Günde 1 gram tuz kullanmak yeterli.

Kızartmalar: Özellikle de nişastalı kızartılmış yiyecekler meme ve kalın bağırsak kanserleriyle bağlantılı.

Kömürde yapılmış ızgaralar: Bu tür yiyeceklerin kanser yapan maddeler taşıdıkları biliniyor.

Doymuş yağlar: Tereyağı, yağlı süt, yağlı peynir, krema ve yağlı yoğurt. Hayvansal yağlar genelde kanser tehlikesini artırır. Bu yiyeceklerin yağı alınmış olanlarını tercih edin.

Salamura ve turşular: Salamura edilmiş yiyecekler mide ve gırtlak kanserleri ile bağlantılı.

Önemli bir hatırlatma yapalım: Her şeyin çok fazlası zararlıdır. Aşırı şişmanlığın bir çok kanser türüne yakalanmayı kolaylaştırdığını unutmayın.
 
Kansere karşı fıstık
Fıstıkta bulunan “Phytosterol” (PS) maddesinin kalın bağırsak, prostat ve meme kanserine karşı koruyucu rol oynadığı belirlendi. Bir avuç fıstıkta 50 miligram PS bulunduğunu belirten New York State Üniversitesi bilim adamları, söz konusu maddenin Asyalılar’ın ve vejetaryenlerin vücudunda fazla miktarda olduğunu, bu yüzden bu kişilerde prostat, meme ve kalın bağırsak kanserine, Batılılar’a göre daha az rastlandığı kaydedildi. Bilim adamları, 100 gram kavrulmuş fıstıkta 61-114 miligram PS bulunduğunu, bu oranın rafine edilmemiş fıstık yağında ise 217 miligram olduğunu açıkladı. Rafine edilmemiş fıstık yağında bulunan PS oranının ise, rafine edilmemiş zeytinyağında bulunan orandan çok daha yüksek olduğu belirtildi. Fıstık ve zeytin yağının rafine edilmesiyle PS oranının azaldığı açıklandı.
Kansere yeni umut, fındık
Daha önce porsukağacı kabuklarında bulunduğu tespit edilen ve kansere iyi gelen bir maddenin fındıkta da olduğu belirlendi. Buluşun, daha ucuz kanser ilacı üretimine imkan sağlayacağı bildirildi.
Buluşu, Amerikan Kimya Topluluğu’nun toplantısında ilan eden Oregon’daki Portland Üniversitesi’nden Angela Hoffman, bunun kanser hastaları için iyi bir haber olduğunu ifade etti.
Paclitaxel adıyla bilinen maddenin kanser tedavisinde kullanılan Taxol adlı ilacın etkin maddesi olduğu belirtildi.
Bristol-Myers Squibb Co adlı şirket tarafından üretilen kanseri önleyici ilacın ABD’de, rahim, göğüs, akciğer kanseriyle AIDS’e bağlı olarak ortaya çıkan bir kanser türü olan Kaposi habis tümörü adlı hastalığın tedavisi için onay aldığı kaydediliyor. Uzmanlar, klinik deneylerin, söz konusu maddenin, psoriasis, böbrek hastalığı, multiple sclerosis ve Alzheimer hastalıkları üzerinde de ümit vaat ettiğini belirtiyor.
Hoffman tarafından yapılan araştırmanın, fındıktaki paclitaxel maddesinin porsukağacında bulunanın 10’da 1’i kadar olduğunu gösterdiği, ancak maddenin çıkarılmasında karşılaşılacak güçlüğün her iki kaynakta da birbirine denk olduğu ifade edildi.
Maddenin fındıkta çok az miktarda bulunduğunu kaydeden Hoffman, bir avuç fındıkta tıbbi açıdan yeterli paclitaxel maddesi bulunmadığını ve kanseri yenmek için fındık yemenin yeterli olamayacağını vurguladı.
Kansere ‘su’lu çare
Bir grup Rumen ve Macar bilimadamı, araştırmacı, hafif su ve hafif sudan elde edilen ilaç terkiplerinden bazı kanser türlerine çare geliştirdi. Hafif su, ağır sudan “tritium”un ayrılmasından sonra elde edilen yan ürün niteliğinde bulunuyor.
Araştırmacılar, habis kanser tümörlerinden etkilenen insan vücudundaki dokuların çok yüksek miktarlarda ağır hidrojen (deuterium) içerdiğini tespit ettiler.
Bu süreci tersine çeviren araştırmacılar, kanser hastalarına hafif su ve hafif sudan yapılma ilaç terkiplerini verdiler. Bu uygulamanın sonuçları olağanüstüydü, çünkü, kanser tümörlerinin büyümesi durduğu gibi, iyileştikleri de gözlendi.

Satışlar hızla artıyor
Romanya’nın orta kesimindeki Ramnicu Valcea’daki Aşırı Soğukla Tedavi Bilim Dalı (Buydurma, Cryogenic) ve İzotopik Teknolojiler Ulusal Geliştirme Enstitüsü araştırmacıları ile Macar araştırmacı ekibi, bu ürünün lisansını aldı. Bazı kanser türlerinin tedavisi için geliştirilen bu ürün halen satılıyor ve başarıyla uygulanıyor. Romanya’daki bu enstitü Macar tarafıyla sözleşme imzaladıktan sonra, yaklaşık bir yılda 700 milyon dolardan fazla hafif su ihraç etti.
Brüksel ve Cenevre’de geçen yıl düzenlenen buluşlar fuarlarında, Ramnicu Valcea Enstitüsü, yedisi altın toplam 17 madalya kazandı.
Kansere karşı 10 kural
Sigarayı bırakın
Sigara, kanserden ölümlerin en az üçte birinden sorumlu tutuluyor. Ne kadar çok ve ne kadar uzun süre sigara içerseniz riskinizi o kadar arttırırsınız. Tütün çiğneme olayını da hafife almayın sakın. Çünkü tütün çiğnemenin de sigara kadar zararlı olduğu ve sigaradan artı olarak bazı kanser türlerine neden olduğunu belirtelim.

Bitkisel ağırlıklı beslenin
Tavsiye edilen oran günde beş porsiyon meyve ve sebzeden ibaret. Bunun yanı sıra işlenmemiş tahıl ve bunlardan yapılan ekmekler, pirinç, makarna ve baklagilleri de öğünlerinizden eksik etmeyin. Baklagiller iyi bir protein kaynağı olduklarından et yerine kullanılabilirler.

Hayvansal yağlara son
Öğünlerinizde yağlı yiyecekler yerine meyve, sebze, tahıl ve bakliyata ağırlık verin. Porsiyonlarınızı da küçültün. Kızartma yerine ızgara ve haşlamayı tercih edin. Süt ürünlerinde az yağlı olanları tüketin, paketlenmiş ürünler ve abur-cuburlardan uzak durun. Dışarda yediğinizde ise, balık ve tavuk gibi az yağlı etleri seçin, yağlı ve ağır soslar kullanmayın. Et tüketimini olabildiğince azaltın.

Alkol: Gerçek düşman
Çeşitli kanser türleri, kullanılan alkol miktarıyla doğru orantılı olarak gelişebiliyor. Üstelik hem sigara hem alkolü beraber kullanıyorsanız, yalnız sigara ve yalnız alkolün meydana getireceği riskten çok daha fazla tehlike altındasınız demektir. Alkolden uzak durarak, başta karaciğer olmak üzere bir çok organızızı da koruma altına almış olacaksınız.

Bol bol spor yapın...
Haftada bir kaç gün, 30 dakika süreyle orta dereceli bir egzersiz programı uygulamanın kanser riskini önemli ölçüde azalttığı bilimsel olarak ispatlandı. Ergezersiz yapmanın bir diğer faydası da yüksek tansiyonu düşürüyor. Kilo vermeye de yardımcı olduğu bilinen egzersiz yapmanın, insanın moralini de pozitif yönde etkilediği ve yükselttiği biliniyor.

Düzenli kontroller yaptırın
Kadınlar her ay kendi kendilerine göğüslerini
kontrol etmeli, 40 yaşından sonra da her yıl düzenli olarak mamografi çektirmeli. Ayrıca 18’inden sonra her sene jinekolojik muayene ve pap test yaptırmak gerekiyor. Erkekler de kendi kendilerine her ay testis kontrolü yapmalı. Ayrıca bedenin herhangi bir yerinde ben oluşumu ya da mevcut benlerin renk, biçim ve
yapılarında bir değişiklik olduğu zaman mutlaka bir doktora danışmak şart.

Güneşte durmayın
Son yıllarda cilt kanserinde büyük bir artış söz konusu. Güneşten koruyucu kremler kullanmanın faydası büyük olsa da yeterli bir tedbir değil. Vücudunuzu mümkün olduğu kadar örten kıyafetler giymek, açık renk giyinmek, geniş kenarlı şapkalar ve güneş gözlükleri kullanmak da büyük fark oluşturacaktır.

Kalıtsal kanserler için...
Ailelerinde meme kanserine sıkça rastlanan kadınlar sık ve düzenli meme kontrolleriyle bu riski önemli ölçüde düşürebilirler. Bu durumdaki bir kadının doktoruna danışmasında fayda var. Tamoxifen ilacı da yüksek meme kanseri riskine karşı kullanılmaktadır. Yüksek risk grubundaki kişileri korumak amacıyla ilaç geliştirme çalışmaları hızla sürüyor.

Ailenizin sağlık soyağacı
Meme, kolon, bağırsak, böbrek, yumurtalık, yemek borusu, lenf, cilt ve pankreas kanserleri genetik özellikler de gösterir. Aile büyüklerinizin sağlık durumunu bilirseniz, nasıl bir risk altında olduğunuzu kestirebilirsiniz. Bu da erken kontroller ve tedbirler açısından büyük önem taşır.

Doktordan uzak durmayın
40 yaşının üzerindeki her erkek ve kadın senede bir kez rektal muayeneden geçmeli. 50 yaşından sonra ise kan tahlilleri düzenli olarak yapılmalı. Yine 50’sinden sonra beş yılda bir sigmoidoskopi (aşağı kolon muayenesi) ya da on yılda bir kolonoskopi yaptırmak gerekiyor. Şayet ailenizde kolon kanserine yakalanmış biri varsa kontrollere daha erken başlamalısınız. 50’nin üzerindeki erkekler prostat testleri için doktorlarına danışmalılar. Dijital rektal testler de prostatta erken teşhise yardımcıdır.
Karalahana kan kanserine iyi geliyor
 Karadeniz Bölgesi'nde sıkça tüketilen karalahananın kalp, şeker hastalıklarının yanı sıra kanserin bazı türlerine de iyi geldiği öne sürüldü. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ziya Mocan, yöre insanının başlıca yiyecekleri arasında yer alan karalahananın guatr yaptığı gibi yanlış inanışlar olduğunu, aksine çeşitli hastalıklara iyi geldiğini söyledi. Guatra neden olan maddelerin, karalahananın yaprağında değil, kök ve tohumunda bulunduğuna dikkati çeken Mocan, ‘‘Karalahanayı kan şekerini düşürücü etkisinden ötürü şeker hastalarına tavsiye ediyoruz. Bunun yanı sıra kanı sulandırıcı özelliğinden dolayı kalp hastalarına da iyi geliyor. Karaciğer ve bazı kan kanseri türlerine de iyi gelen karalahana, ayrıca iyi bir iştah açıcı özelliğe de sahip’’ dedi. Mocan, karalahananın yapraklarının yörede kendine özgü yemek yapımında kullanıldığını hatırlatarak, guatr yapıcı maddelerinden dolayı vatandaşları kök ve tohumlarının yenmemesi konusunda uyardı.
Lahana prostat kanserini engelliyor
Brokoli ve lahananın, prostat kanseri tehlikesini yarı yarıya azalttığını biliyor muydunuz?
Evet... Salatasını ve yemeğini büyük bir zevkle yediğimiz bu iki sebze aynı zamanda harika bir şifa kaynağıdır.
Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi’nde Dr. Alan Cristal başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülen araştırmanın sonuçları bu bilgileri doğruluyor. Araştırma ile ilgili açıklamalarda; turpgiller ailesine mensup brokoli ve lahananın prostat kanseri riskini azalttığı belirtiliyor.
ABD’nin Seattle kentinde yaşları 40-64 arasında bin 230 kişi üzerinde yapılan araştırmalarda; günde üç defa lahana ve brokoli gibi sebzeleri yiyenlerle bol bol meyve tüketenlerde, daha az yiyenlere oranla yüzde 48 daha az prostat kanseri
görüldü. Araştırmalarda, prostat kanseri riskinin azaldığı kişilerin, ağırlıklı olarak brokoli, karnabahar, brüksellahanası gibi, turpgillerden sebze türleri yedikleri belirlendi. Bu sebzelerin, prostatı aktif kılan enzimleri engellediği belirtildi.
Sebzelerin kansere karşı faydalı olduğuna işaret eden bilim adamları, bunu, bitkilerin içinde bulunan ve bitkileri toksinlere karşı koruyan kimyevi maddelere bağlıyorlar.
Tıp dünyasının açıklamaları böyle... Bizim size tavsiyemiz de bol bol sebze yemeniz.. Sağlıklı yaşamanın sırrı sebze ve meyveden geçiyor.
Lahana ve Papaya akraba
Genetik araştırmalar, bitkiler alemindeki inanılmaz, enteresan aile bağlarını ortaya koyuyor. Güney Amerika'ya özgü bir meyva olan papaya ile lahana kimlik özellikleri nedeniyle ilk dereceden kuzen oluyor. Gülün akrabası ise ısırgan otu olarak karşımıza çıkıyor.

Lahananın kuzeni kim olabilir sizce? Yanıtı uzmanlar veriyor ve papaya deniyor. Sapsarı, bol çekirdekli, mis kokulu, Güney Amerika'ya özgü bir meyva papaya. Lahana ile papayanın ne alakası, hatta akrabalığı olabilir ki? İşte uzmanlar da bitkilerin bu garip sırlarını çözümlemeye çalışıyor.

Amerikan Time Dergisi'nde ‘‘Bir gül, bir gül ısırgan otu mu?’’ başlıklı yazı Helen Gibson'ın imzasını taşıyor. Yedi yıldır süregelen genetik araştırma sonuçlarına dayanıyor. İngiltere'nin Kew kentindeki Kraliyet Botanik Bahçesi, Harvard ve İsveç'in Uppsala Üniversitesi'nin dev işbirliği sonucunda tahminlerin ötesinde, akıl almaz bilgiler sıralanıyor. Bitkilerin kimlikleri büyüteç altına alınıyor ve ortaya çıkan tuhaf yakınlıklar şaşırtıyor. Botanik dünyası tepetaklak oluveriyor. 18'nci yüzyılda İsveçli, ünlü botanikçi, ‘‘Linnaeus’’ diye bilinen Carl von Linne floranın ve faunanın yani bitkiler ve hayvanlar aleminin ilk, evrensel sınıflandırmasını yapmıştı. Yeni bir yüzyılın eşiğinde kategoriler değişiyor. Bitkiler yeni, aile bağlarıyla uzmanlara bile sürpriz yapıyor. Örneğin Londra'daki hemen her meydanda görülen çınar ağacının en yakın akrabası kim dersiniz? Hindistan ve Çin'e özgü kutsal nilüfer çiçeğinin İngiltere'deki çınar ağacıyla hısım olması bir hayli garip değil mi? Güller, ısırgan otuyla akraba çıkıyor.

Araştırma ekibinden Dr.Mark Chase, ‘‘Özellikle Almanya'dan bilim adamları başka yöntemlerle bu sonuçları değiştirmeye çalıştılar, ancak bitkilerin akrabalıklarına dair yeni gerçekleri silemediler. Bundan sonraki en önemli mesele bu değişimin nedenini keşfetmek’’ diyor. Botanik sürprizlere bilim çevreleri de açıklama getiremiyor. Şimdiye kadar Linnaeus'un sınıflandırması esas alınır ve bitkiler dış görünümlerine göre akraba ilan edilirdi. Birbirine çok benzeyen bitkiler mutlaka aynı kökenden, aynı aileden geliyordu. Botanikçinin çıplak gözle tespitiyle aileler ve gruplar belirlenirdi.

Yaklaşık 10 yıl önce genetik bilimi her alanda sırları ele vermeye başladı. Suçlular, kimliğinin gizli kalmasını isteyen babalar genetik sayesinde belirlendi. Botanikçiler de 1993'te bir gen seçtiler ve 500 bitkide kıyasladılar. Sonuç şaşırtıcı olunca araştırma iki genle, daha sonra üç genle denendi ve değişmedi. Genetik yapı taşları olan DNA, çıplak gözle gözlemlerden çok daha farklı tablolar ortaya koyuyordu. Bitkiler aleminin yaklaşık 462 ailesinin ilişkileri bilinen gözlemlerden çok daha karmaşık ve esrarengizdi.

Bu veriler yeni gıdalar, doğal ilaç araştırmaları açısından pek kıymetli. Bir bitkinin kanserle mücadelede etkin olduğu kanıtlanırsa, en yakın akrabaları da şifa dağıtabilir, hatta daha yararlı, benzer kimyasallar sağlayabilir. Örneğin topraktaki azotu dengeleyen ve azotlu gübrelere gerek bırakmayan fasulye ailesinin ve diğer baklagillerin tüm yakın akrabaları belirlenirse hem doğa hem insanoğlu için çok hayırlı olur.

Uzmanların bir de uyarısı var. Aman zaman kaybetmeyelim ve canlılar, bunlar arasındaki bağları daha hızlı keşfedelim. Lahana ve papaya akrabalığı önemli bir tespit, ama bioçeşitlilik zamanla yarışıyor. Çünkü önümüzdeki 25 yıl içinde yeryüzündeki yaklaşık 13 milyon türün yüzde 10'unun yok olacağı tahmin ediliyor.
Kadınlar  Kansere iyi gelen bitkiler hakkinda aciklamalar Kansere iyi gelen bitkiler konusunda bilgiler.
Anahtar Kelimeler:Kansere iyi gelen bitkiler,kansere iyi gelen yiyecekler,kansere iyi gelen şifalı bitkiler,kansere iyi gelen besinler,kansere iyi gelen mantar

Gebelik !


Kutsal, gururlu ve zor !!! Hele de yaz sıcaklarında...
Anne adayının her yönüyle kendisine daha çok dikkat etmesini gerektiren bir dönemdir gebelik. Sağlıklı bir bebek sahibi olabilmek ve rahat bir gebelik geçirebilmek her annenin ve babanın arzusudur. Bu sadece yaşadığımız topluma sağlanacak bir katkı değil, aynı zamanda tüm evrene de bir kazanç olarak kaydedilecek bir uğraşıdır.
Çevresel faktörler özellikle gebelik döneminde kadınları diğer zamanlara göre daha fazla etkiler. Sadece kadınları mı ? Bütün evi etkiler, Toplumun olduğu gibi ailenin de temel direği olan kadını etkileyen her şey hepimizi etkiler.
Özellikle yazın sıcak aylarında gebeliğin getirdiği yük biraz daha ağırlaşır. Bu dönemde anne beslenmesine, giyimine, temizliğine daha çok dikkat etmelidir. Çünkü sıcak ek bir yük olarak gebeliğe eklenir.
Yeryüzüne ulaşan güneş - ya da ultraviyole - ışınlarının insan ve insan derisi için pek çok faydasının yanısıra gözardı edilemeyecek zararları da vardır. Yaşamın diğer dönemlerinde olduğu gibi gebelik döneminde de güneşten bilinçli şekilde yararlanılmalıdır. Tüm biyolojik olayların başlaması ve sürdürülmesi, kemik yapımına yardım eden vitamin D’ nin üretimi, hastalık yapan mikropların yok edilmesi ve insan psikolojisine olumlu etkileri ile güneş ışınlarının yaşamsal gerekliliği tartışılamaz. Ancak bu ışınların güneş yanığı, deri kanseri oluşumu, çeşitli alerjik reaksiyonlar ve erken deri yaşlanmasına yol açtığı, hele de ten rengi açık olan insanlarda bilinen gerçeklerdir. Bu nedenle gebelerin, özellikle 11.00-15.00 saatleri arasında güneş ışınları daha dik ve etkili geleceğinden, gün ortası saatlerde dışarı çıkmamalarında fayda vardır. Geniş kenarlı şapkalar, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli giysiler ve sağlıklı güneş gözlüklerinin kullanılması yararlı olur. Yaz aylarında herkesin ve özellikle yüksek risk grubunda olan gebelerin, bilinen güneşin zararlı ışınlarının köyü etkilerini azaltan koruyucu kremleri kullanmak gebeliğe zarar vermez, aksine koruyucu etkileri gebeyi rahatlatacaktır. Bu arada bu çok faktörlü kremlerin çocuk, hatta bebeklerde de kullanılması yararlı olacaktır. Yazın özellikle güneş ışınlarından yararlanmak için, ışınların dik gelmediği, şiddetinin daha az olduğu sabah ve öğleden sonra güneşlenmek, gebelik döneminde daha çok tercih edilmelidir.
Güneş sadece ışınları ile değil, ısısıyla da dünyamıza yarar sağlamaktadır. Ancak bu her zaman herkese uygun olmaz, örneğin gebelikte zaten az da olsa yükselmiş vücut ısısı nedeniyle yaz sıcakları gebeliği yorucu hatta bazen riskli kılar. Sıcaklık artışları kan basıncının da artmasına neden olabilir, yada buna eğilim varsa ortaya çıkarabilir. Bu nedenle gebelerin günün sıcak saatlerinde korunmasız olarak dolaşmaları, kan basıncında artışlara ve bunun neden olabileceği istenmeyen hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle yazın ter emici, rahat, hafif, kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysilerin tercih edilmesi gerekir.

Aşırı sıcaklarda gebelerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli konuda besin zehirlenmeleridir. Özellikle yaz aylarında yiyecekler hızla bozularak, toksin ve bakteri oluşumuna neden olurlar. Açık yerlerde satılan ve temiz izlenimi vermeyen gıdaların tüketilmemesi oluşabilecek hastalıkların önlenmesinde önemli yer tutar.
Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde sık sık, ancak azar azar yemek yemek yararlıdır. Bu yemek düzeni yazın daha da önem kazanır. Böylece gebeliğe bağlı olarak büyüyen rahimin basınç etkisi azaltılacak, mide yanması gibi yakınmalar olmayacak ve zaten ileri gebelik dönemlerinde zorlaşan nefes alıp verme bir kat daha zorlaşmayacaktır.
Yaz aylarında bol miktarda sıvı gıdalar tüketilmeli, terlemeyle vücuddan eksilen tuz ve su muhakkak alınmalıdır. Teleme ile kaybedilen tuz ve mineraller, dengeli bir şekilde daha çok taze meyveler ile karşılanmalıdır. Gebelikte süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi yararlıdır, gerek protein ve gerekse mineraller özellikle kalsiyum bu yolla sağlanabilir. Yağlı gıdalardan kaçınmak hele de yaz sıcaklarında kaçınmak gerekir. Terleme ile kaybedilen sıvının yerine konması anne adayı ve bebek için çok önemlidir. Günde en az 2,5 litre sıvı alınması gereklidir yazları. Ancak daha çok su tüketmenin yararları daha fazladır. Taze meyve suları kolalı ve kutu meyva sularına tercih edilmelidir. Bilindiği gibi çoğu kutu meyve sularında çabuk bozulmalarını önlemek amacıyla konulan özellikle anne karnında gekişmekte olan bebeğe zararlı kimyasal maddeler vardır, bu nedenle tüketilmeleri sakıncalı olur.
Alkol ve sigara kullanmanın ne sağlıkla nede gebelikle bağdaşmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar var ! !
Sıcakta terlemeyle birlikte deride birçok bölge nemli kalacağı için mantar enfeksiyonlarına yaz aylarında daha rastlanır. Bu nedenle özellikle vücudun kıvrımlı bölgeleri kuru tutulmaya çalışılmalı ve sık sık ılık duşlar yapılmalıdır. Özellikle vajinal enfeksiyonlar erken doğuma yol açabileceği için vajinal akıntılarda veya idrar yolları iltihabını düşündürecek bulgular – idrar ederken yanma, koyu ve kokulu idrar etme, sık sık idrara çıkarma gibi – varlığında hemen hekime başvurulmalıdır. Hastalıklar ortaya çıkmadan önlenmesi her zaman daha kolay ve daha az yorucudur. Çok küçük noktalara dikkat edilerek ileri de oluşabilecek sorunlar engellenebilir.
Sağlıklı ve mutlu gebelikler.......
kaynak:sağlık.tr

Tuzun Zararları Nelerdir?

aşırı tuz kullanımına hayır
Vazgeçilmez Bir Lezzet
5 temel tatlardan biris olan tuz, diğer yiyecek/içecekelrle kullanıldığında dildeki tat reseptörlerine bağlanarak onları daha tatlı hale getirir, bu da o besinleri vazgeçilmez hale getirir. Yani tuz, vazgeçilmez bir lezzettir. Tabi bunda tiryaki olmamak kaydıyla. Yediğimiz birçok besinde; peynir, çökelek, zeytin, hazır aldığımız gıdalar, çorbalar… birçok şeyde bilmeden de tuzu tüketiyoruz.
Tuz Neden Gerekli?
NaCl, sodyum ve klor. Sodyum vücudumuzdaki ekstraselüler sıvının temel katyonudur. Klor ise temel anyonu. Bu nedenle olmazsa olmaz elementlerdendirler. Tabi bunda sadece tuz değil, özellikle sebze ve meyveler bizim için çok daha değerli. Tuz denilinc eise genellikle aklımıza iyot gelir. Ülkemizde tuz iyotlanarak iyot eksikliği giderilmeye çalışılır. İyot ise Tiroid hormonu için vazgeçilmezdir. Tiroid hormonu; gelişim (eksikliği kısalık), enerji harcanması (eksikliği yorgunluk), beynin gelişmesi (zekilik) vs. gibi birçok temel işte görev alır. Eksikliğini gidermek için tuzlar iyotlanır, işte bizim asıl yapmamız gereken iyotlu tuz tüketmek.
İyotlu Tuz Kullanırken Dikkat Edilmesi Gerekenler
İyotlu tuzun iyot içeriğini kaybetmemesi için; serin, kuru ortamlarda, ışık geçirmeyen ağzı kapalı kaplarda saklanmalıdır. Yemeklere konulan tuzdaki iyot pişirme ile kayba uğradığından yemekler piştikten sonra tuzu konulmalıdır. Tuzun su tutma özelliği olduğun dan, bu durumda tuzun kullanılması kısıtlanmalıdır. Bazı durumlarda belli bir süre için tuzu kesin olarak ortadan kaldırmak gerekir.

Tuzun Zararları Nelerdir?
Yukarıda da saydığımız gibi tuzun günde bir erişkin için 5 Mg’ı geçmeyen miktarı yararlıdır, ancak daha çok tüketmek ise onun zararlarını ortaya çıkarır.
  • Fazla tuz tüketimi, idrarda kalsiyum atılımını da artırarak kemiklerden kalsiyum kaybına neden olur. Kemiklerden kalsiyum kaybının artışı ise kemik erimesini (osteoporoz) ve kemiklerin kırılma riskini artırır.
  • Tuz, kan basıncını artırır. Bu nedenle, tansiyonu yüksek olanların yemeklerine tuz koymamaları önerilir.
  • Böbrek bozukluklarında, bazı kalp hastalıklarında, vücudun belirli yerlerinde su toplanmalarında (ödem), doğal besinlerin bileşimindeki tuzla yetinilmeli, yemeklere tuz eklenmemelidir.
  • Tuzun fazlası sadece ödem yapmaz. Damarlarınızda dolaşan sıvı miktarının artmasına, kan basıncınızın yükselmesine (hipertansiyon), kalp ve böbrek hastalıkları ile felç riskinizin artmasına neden olur
  • Günlük beslenmelerindeki tuz tüketimini önemli miktarda düşüren insanların, gelecek 10-15 yılda kalp-damar hastalıklarına yakalanma olasılığı yüzde 25 oranında azalıyor. Bu kişilerin, kalp-damar hastalıklarından ölme riski de yüzde 20 düşüyor
Zararları.net olarak önerimiz; günde 6 MG geçmeyecek şekilde tuz tüketmenizdir. Aşırı tuzlu yiyecekleri ve içecekleri satın almamanızdır. Sebze ve meyve ağırlıklı beslenmeniz de iyot, sodyum ve klor ihtiyacınızı krşılayacaktır. Bu nedenle az tuzlu gıdaları tercih edin.